Yazılar/KonuÅŸmalar/Savunmalar…

behiceboran.net
|< 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 >|    Liste
Dışişleri Bakanlığı Bütçesi (TİP Parlamentoda, Cilt 5, [1106]): Vietnam Savaşı ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkiler üzerine yapılan konuşmadır: Komisyon raporunda belirtildiği gibi, Vietnam Savaşı'nı ve onun sona ermesini, Türkiye'yi pek de yakından ilgilendirmeyen, dünyanın uzak bir köşesindeki bir olay biçiminde değerlendirmek kesinlikle doğru değildir. Çünkü Vietnam halkı yalnız kendi özgürlükleri ve bağımsızlıkları için değil, bir anlamda bütün az gelişmiş, sömürülen, fakir küçük devletlerin bağımsızlığı ve özgürlükleri için de dövüşmüştü ve dövüşmektedir. Zira Vietnam'da savaşı Amerika kazansa idi, Amerikan emperyalizminin ve Batı emperyalizminin bütün dünyada, özellikle üçüncü dünya devletleri üzerinde baskısı, sömürüsü güçlenecekti ve ulusal kurtuluş savaşlarının yenilmez olmadığı, yenilebildiği görülecekti. Dünyada Çin Halk Cumhuriyeti yokmuş gibi davranıyoruz. Böyle kabul ediliyor, ama onu görmemekte, tanımamakta ısrar ediliyor. Dış politikada ulusal çıkar esastır, bunda herkes anlaşmış gözüküyor. Ama Çin'i tanımamakta ulusal çıkar yorumlarıyla mı, yoksa acaba ideolojik birtakım ön yargılarlar mı ısrar ediliyor?
[yazı için tıklayınız]
Askeri Mahkeme Satışı ve Yabancı Askeri Personel (TİP Parlamentoda, Cilt 5, [1112]): Genelkurmay'ın satın almalarının Yüksek Meclis'ce haberli olmasının ve konuyu onaylamasının doğru olacağını belirtir.
[yazı için tıklayınız]
Öğretim Üyelerine Zam (TİP Parlamentoda, Cilt 5, [1115]): Asistanların kürsü egemenliği, profesör egemenliği durumları, atamalarla ilgili sorunları dile getirir.
[yazı için tıklayınız]
(, , []): UNMALAR
[yazı için tıklayınız]
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne İtiraz Yazısı (Tarih Vakfı TİP Arşivi, 24 Ağustos 1947, [1121]): Adımlar'ı çıkarmama konusunda bana yapıldığını hatırladığım ihtar, o zamanki Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in ihtarıdır. Nisan 1944 başında bir sabah Bay Hasan Ali Yücel, Prof. Pertev Boratav'la beni bakanlık binasına çağırarak dergimizin neşriyatına son vermemizi istedi... Milli Eğitim Bakanı'ndan, Orhon ve Millet dergilerinden de aynı istekte bulunup bulunmayacağını sordum. Orhon dergisi sahibi Nihat Atsız'ı vekâlet emrine aldığını söyledi. Eğitim Bakanı dergilerimizde bir suç, bir kusur meydana getirecek bir şey gösteremiyor, sadece o zamanki durumu göz önünde tutarak dergileri çıkarmamamızın uygun olacağını ileri sürüyordu. Adımlar'ın on ikinci sayısı o gün öğleden sonra satışa çıkarılmak üzere hazırdı. Birkaç yüz lira zararı göze alarak dergiyi satışa çıkarmadım ve neşriyatını durdurmaya karar verdim. Mayıs sonlarında Adımlar Bakanlar Kurulu kararıyla resmen kapatıldı... Görüşler dergisine yazı vermek veya vaat etmek tahkikat ve takibat konusu olabilecek, suçlandırıcı bir hareket olarak kabul ediliyor... Yurt ve Dünya ve Adımlar'ın adlarını kullanan ve bu dergileri komünist olarak nitelendiren İçişleri Bakanı'nın kendisidir. Şefik Hüsnü'ye atfedilen belgelerde bu yoktur. İçişleri Bakanı'nın bütün isnatları da "İki Marksist dergiye rehberlik ettik" tümcesine dayanmaktadır. Olayların sıralanışı ve tarihleri ise dergilerimizin neşriyat tarihlerine uymamaktadır. Mart 1944'ten sonra çıkmış olan dergilerimize, nasıl olur da Şefik Hüsnü 1945'te alınan bir karara uygun olarak rehberlik etmiş olabilir?.. Ülkemiz daha demokratik bir gelişme aşamasına girdikten ve özerk bir üniversite kurulduktan sonra bu durumun lehimize olarak düzeleceğini umuyordum. Çünkü üniversite özerkliği, üniversitenin kendi etkinliklerini ve elemanlarını dıştan gelecek etki ve baskılara karşı koruması, düşünme ve araştırma, yazı ve öğretim özgürlüklerini savunma ve sağlaması demektir. Ne yazık ki Mart ayı olaylarından beri üniversitenin tuttuğu davranış çizgisi, özerk bir üniversiteden beklenen biçimde olmamıştır. Gerçeğin ve adaletin bir gün sağlanacağına inanıyorum.
[yazı için tıklayınız]
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne Dilekçe (Tarih Vakfı TİP Arşivi, 5 Ocak 1948, [1133]): Hakkında Senato'nun disiplin soruşturması açmasından sonra basında meslekten çıkarılmaları gerektiğini açıklayan dört üyenin ihsas-ı rey ettiklerini, bu nedenle hakkındaki oylamalara katılmamalarını isteyen dilekçesidir.
[yazı için tıklayınız]
Ankara Üniversitesi Senatosu'nun Meslekten İhraç Kararı'na İtiraz (Tarih Vakfı TİP Arşivi, Şubat 1948, [1134]): Ankara Üniversitesi'nin hakkında oy birliği ile verdiği "Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma kararında, Adımlar dergisinin Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmasının gerekli görülmesi, Yurt ve Dünya ve Adımlar dergilerinin Türkiye Komünist Partisi lideri olan Şefik Hüsnü'nün denetimine bağlı bulunduğunun İçişleri Bakanı tarafından resmen açıklanmış bulunmasına dayandırıldığını belirterek ayrıntılı bir biçimde bu savları tartışır: "Ulusal kişilik" ve Türk devriminin ülkülerine bağlı olmak"ın ölçütleri nelerdir? Örneğin "ulusalcılık" adına nümayişler düzenleyip üniversitelere hücum eden rektörlerin şahsına yüz kızartıcı saldırıda bulunan, eşya kırıp kitap parçalayan öğrenciler, "Ulusal kişilikte ve devrim ülkülerine bağlı" mı yetişmişlerdir? İstenilen bu ise, itiraf ederim, ben böyle öğrenci yetiştirmek amacı gütmedim. Bununla övünürüm.
[yazı için tıklayınız]
1950 Barışseverler Cemiyeti Davası'nda Savunması (Tarih Vakfı TİP Arşivi, Aralık 1950, [1141]): İktidarda olan bir hükümetin verdiği kararlar "ulusal çıkar" ile aynı şeyler ve bir hükümet kararını eleştirmek ulusal çıkarlara aykırı davranmak demek olursa, hiçbir hükümetin hiçbir kararı eleştirilemez, demektedir. İkinci bir nokta olarak, hükümetler çok istikrarsız oluşumlardır. Devlet kurumu uzun zaman bölümleri içinde devamlı ve istikrarlı olabilir, fakat hükümetler çok kısa zaman içinde değişebilirler ve değişikliklerine de devamlı tanık oluyoruz. Hükümet değişmesiyle izlenen politikada değişir. Bir önceki hükümetin verdiği kararı bir sonraki tamamıyla tersine çevirebilir; hatta bu durum iktidardaki parti değişmeden de olabilir. İddianamenin kabul ettiği biçimde hükümet kararı, eşittir ulusal çıkar, demek olursa bu gibi durumlarda, yani iktidardaki hükümetin değiştiği hallerde "ulusal çıkar"ın tanımı ne olacaktır? Silahlı kuvvetler göndermek konusunda Türkiye ile BM'ler arasında yapılacak özel anlaşmanın bizim Anayasamız gereğince Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması gerekmektedir. Bunların hiçbirisi yapılmamış olduğuna göre hükümetin Kore'ye asker gönderme kararı hem BM'ler Anayasası'nın, hem de kendi anayasamızı ihlal eden bir davranış olmuştur. Komünist partileri barış hareketleri oluşturmak ve desteklemek kararı aldı diye dünyadaki her barış oluşumunun oraya bağı olduğu iddia edilebilir mi? Yüksek yetkili mahkemeler her şeyden önce totaliter-faşist devlet sisteminin ürünüdür. Demokratik devletle faşist devlet birbirinden başka nedenlerden ayrıldığı gibi hukuk anlayışında da ayrılır. Totaliter devlette hak anlayışı "devlet çıkarı" anlamındadır. Bu devlet sistemlerinde demokratik insan haklarının ve devlet karşısında vatandaşın haklarının korunmasının bir değeri ve yeri yoktur. Bunun için de totaliter devlet sisteminde yüksek yetkili mahkemeler sistemi vardır, der. Ve böylece sözlerine son verirken, bu nedenle de bizde de yüksek yetkili askeri mahkemeler sisteminin şimdiki biçimiyle veya büsbütün ortadan kalkmasının beklendiğini belirtir.
[yazı için tıklayınız]
Barışseverler Cemiyeti Davası Kararı Üzerine Notlar (Tarih Vakfı TİP Arşivi, Mart 1951, [1155]): Mahkeme kararını detaylı biçimde yorumladığı ve tartıştığı, Kore'ye asker gönderilmesinin ülkemizdeki yasalar ve BM Hukuku açısından ele aldığı notlarıdır.
[yazı için tıklayınız]
Anayasa Mahkemesi İfade Tutanağı (TÜSTAV Arşivi, 11 Mayıs 1971, [1165]): TİP'in Kürt sorunu nedeniyle kapatılmasının istendiği davadaki ifade tutanağıdır: Doğu bölgesi halkı ve Kürt asıllı vatandaşlar olarak nitelenen bir kitlenin doğrudan doğruya Kürt halkı biçiminde düşünülmeye başlanılması partimizce yapılan bir incelemenin sonucu olmuştur. Bu incelemede 1960 yılında Doğu bölgesinde Kürtçe konuşanların sayısının 2,5 milyonun biraz üzerinde olduğu saptanmışken, 1970 yılında bu sayının daha da artmış olduğu düşüncesiyle bu kadar büyük bir topluluğa halk denilmesinde her hangi bir sakınca olmadığı kanısına varılmış ve bu biçimde düşünmekte haklı olduğumuz Devlet İstatistik Enstitüsü kayıtlarındaki sayılarla da doğrulanmıştır... Kararda geçen asimilasyon deyimiyle baskı ve terör deyimlerini birlikte düşünmek gerekir gerçekten, Türkiye'nin toplumsal gelişme içerisindeki bütünleşmede oluşan doğal bir asimilasyona karşı çıkmamız söz konusu değildir. Nitekim bugün büyük merkezlerde Kürt asıllı vatandaşlarımız Türkçe konuşmaktadırlar. Ama bunun yanında Türkçeyi öğrenemediği için Kürtçe konuşmak zorunda kalanlara karşı uygulanan ve Türkçe konuşmaya zorlama şekliyle biçimlenen harekete ve bu biçimde zorla asimilasyona karşı olduğumuz kararda anlatılmak istenmiştir... Cumhurbaşkanına verilen muhtırada da belirttiğimiz biçimde kardeşçe bir arada yaşamak suretiyle bütünleşmeyi öngören bir politikanın sahibiyiz. 4. Büyük Kongre'nin inceleme konusu yapılan Doğu'daki Kürt halkı ile ilgili kararında herhangi bir bölücülük güdülmemiştir. Baskı, şiddet ve ayırım güden davranışların bölücü olduğu kanısındayız.
[yazı için tıklayınız]
Anayasa Mahkemesi'nde Sözlü Açıklama Tutanağı (TÜSTAV Arşivi, Haziran 1971, [1168]): Bu on yıllık yaşamında Türkiye İşçi Partisi sadece Kürt halkı konusunda değil, bütün demokratik hak ve özgürlüklere aykırı konularda daima slogan halinde klişe haline getirmiştir. Ve bu yazılmıştır kamuoyuna, Anayasanın eksiksiz, tastamam uygulanması... Ve bunu sadece Kürt halkı içinde söylemedik. Alevi vatandaşlar için yapılan davranışları içinde söyledik. Ezilen, tam özgürlüklerinden yararlanamayan işçi ve emekçi halk kitleleri içinde söyledik. Anayasayı savunan ve sosyalist bir parti olarak kime karşı nerede baskı, şiddet, zulüm, ayırım gözeten davranış varsa, Anayasaya aykırı bu çeşit davranışlar varsa, ona karşı çıkmak ve gücümüz oranında, Anayasa çerçevesi içinde bunun savaşımını vermeyi baş görevimiz bildik ve bugün huzurumuzda bu savunmayı yaparken de bu görev bilinci içinde ve bunu yapmakla gerçekten anayasa'ya ve Türkiye'mizde demokrasinin gelişmesine hizmet ettiğim kanısında bu savunmayı yapıyorum. Partiyi ne biçimde olursa olsun kurtarmak değil, dar bir parti kurtarma amacı ile değil, demiştir. Boran savunmada, milliyetler sorunu, ayrılma, özerklik sorunu gibi günümüzde daha da önem kazanıp tartışılan konulara da açıklık getirerek, bu konulara şu sözlerle yaklaşmıştır: Milliyet sorununun, ulus (millet) sorununun çözümlenmesi ise sosyalist teoride burjuva hukukçuların koyduğu şeyden çok daha başkadır. Ve bu o denli öyledir ki, eğer dikkat ettinizse kendi görüşünü kanıtlama açısından bir yerde, kısaca iddianame Stalin ve Lenin'e gönderme yapıyor, onlardan alıyor. Halbuki iki yazarın önerdiği nokta birbirinin aynı değildir. Birisi ayrılma hakkından söz ederken diğeri bölgesele özerklikten söz ediyor. Yani Marksizmin, Leninizmin en ileride gelen iki liderinin iki yazısında iddianamenin aldığı iki görüş tıpa tıp birbirinin aynı değildir. Birisi ayrılma hakkından söz ediyor, birisi bölgesel özerklikten söz ediyor. Neden? Çünkü sosyalist teoride, ulus, ulusallık teorisinde çözüm tek değildir. O mantık yanlıştır. O mantık üzerine dayandırmak istiyor suçlamasını iddianame. "Halk" dedim, "Halk ulusallık" demek, "ulus" demek ikisini de birbirine karıştırıyor. Bu da, işte iki tane yazardan birer tane tümce veriyor, "bu da o zamanların siyasi bir birim olarak ayrılmasını öngörmek demek, istemek demektir." Hayır, öyle değil, her milliyet (ulusallık) gurubuna, her ulus gurubuna bir devlet; böyle bir görüş yok sosyalist teoride. Yok, çünkü bilimsel olduğu için, tarihte ulusallık, ulus konusu ne gibi görünüşler göstermiş, ne gibi çözüm yolları bulunmuş, ona bakarak görüşünü söylüyor. Masa başında oturup da hangisi iyi olur biçiminde konmaz. Onun için "Bilimsel Sosyalizm" diyoruz.
[yazı için tıklayınız]
İddianameye Cevap (TÜSTAV Arşivi, 30 Haziran 1971, [1200]): Anayasa Mahkemesi'nde TİP'in kapatılması davasında Başsavcılık İddianamesi!ne cevaptır: İddianame, Partinin "bölücülük" politikasına yönelip Doğu bölgesi halkını "ayrı özerk bir topluluk haline getirmek sözüyle iğfal ve istismar" ettiği iddiasına kanıt olarak sadece 4. Büyük Kongre kararını göstermektedir... Türkiye İşçi Partisi "halk" sözünü siyasi değil, sosyolojik bir gerçek olarak kullanmakta ve kongre kararında çözüm yolu olarak sadece vatandaşlık bağının güçlendirilmesini, bunun içinde Anayasa dışı baskıların kaldırılmasını öngördüğünü açıkça söylemektedir... Türkiye İşçi Partisi hiçbir zaman Kürt asıllı vatandaşlarımız için azınlık hakkı veya statüsü istememiş, yalnızca bu yurttaşlarımıza uygulanan Anayasa dışı baskıların kaldırılmasını istemiştir.
[yazı için tıklayınız]
İki Açıdan Türkiye İşçi Partisi Davası (Bilim Yayınları, Mart 1975, [1233]): Sıkıyönetim Mahkemesi'nde ifade ve savunmada: 1) TİP ve üyeleri bilimsel sosyalizmden söz etmektedirler, bilimsel sosyalisttirler. 2) Bilimsel sosyalizm eşit komünizmdir. 3) Komünizm, işçi sınıfı diktatöryasıdır. Komünistler cebir ve şiddet yoluyla iktidara gelmeyi öngörürler, cebir ve şiddete dayanan bir yönetim kurmayı amaçlarlar ve iktidara geldiklerinde kurarlarda. 4) TİP ve üyeleride komünist olduklarından cebir ve şiddet yoluyla iktidara gelmeyi amaçlamaktadırlar ve/veya iktidara geldikten sonra cebir ve şiddete dayanan bir yönetim kuracaklardır, zorla iktidarda kalacaklar, iktidardan gitmeyi reddedeceklerdir. İddianamenin mantığını ortaya koyduktan sonra bu mantığın yanlışlığını şu sözlerle anlatır: İddianamedeki bilimsel sosyalizm-komünizm eşitlemesi yanlıştır. Bilimsel sosyalizm, toplum olaylarına, toplumsal gelişme ve değişmelere bir bakış açısını, bu olguları bir inceleme ve çözümleme yöntemini anlatır. Komünizm ise, bir toplum düzenini ve bu düzenin nasıl gerçekleşeceğine, ne netlik taşıyacağına ilişkin öğretiyi anlatır. Türkiye İşçi Partisi'nin sınıf partisi olduğunu belirtir ve bütün partilerinde sınıf partileri olduğunun altını çizer. Devrim ihtilal yolu ile de olabilir, barışçı demokratik yoldan da. Türkiye İşçi Partisi'nin Anayasa çerçevesi içinde, barışçı ve demokratik yoldan iktidara gelmesi ve iktidarda kalmayı öngördüğü partiyi bağlayıcı belgeleri ortadadır. Türkiye İşçi Partisi'nin 10 yıllık davranış ve hareketleri de ortadadır. Türkiye İşçi Partisi'nin Anayasa çerçevesi içinde mücadeleyi ve iktidara gelmeyi öngörüsünün nedeni, sadece, açık yasal bir örgüt oluşundan değildir. Anarşist-terörist hareketleri, gerilla strateji ve taktiklerini geçerli çıkar yol görmediği, bu yollardan sorunların çözümlenmesinin toplumsal gelişmeyi sosyalizm doğrultusuna sokmanın olanaklı olmadığını bildiği içindir de. Bu açıdan da anarşist-terörist hareketler, gerilla strateji ve taktikleri ret olunur. Sosyalizme yönelme ve geçme barışçı demokratik yoldan mı olacaktır? Yoksa ihtilal yolu ile mi olacaktır? Bu sorunun yanıtını her toplumun özgül somut koşulları, özellikle egemen sınıflarının ve iktidarlarının tutumu belirleyecektir. Türkiye İşçi Partisi iktidara geldiğinde özel sektörü ortadan kaldırmayacağını ve bu konuda izleyeceği politikayı programında açıklamıştır. Parti yasal yasaklardan korunmak için böyle yapmamıştır, yani iddianamenin deyimi ile bir aldatmaca değildir. Kürt sorununda, bütün sorun birlik ve bütünlüğün baskı ve şiddet yöntemleri ile zorla korunacağı mıdır, yoksa Anayasal hak ve özgürlüklerde eşitlik esası üzerinde mi perçinleştirileceğidir.
[yazı için tıklayınız]
3 No'lu Askeri Mahkeme Kararı üzerine Yargıtay Layihasına İlişkin Notlar (TÜSTAV Arşivi, Mayıs 1973, [1318]): Türkiye İşçi Partisi iki genel seçime girmiş, ilk ağızda 15 milletvekilliği ve bir senatörlük kazanmıştır. Bu dünyadaki sosyalist, işçi partilerin tarihinde ilk hamlede görülmemiş veya ender görülmüş bir başarıdır. Burjuva partileri bunun önemini doğru değerlendirdikleri içindir ki apar topar seçim yasasını değiştirip "milli bakiye"yi kaldırdılar. Her halde ve zamanda, iki seçimde iktidara gelecek kadar oy alamadılar diye illegalliğe (yasa dışına) saptılar hükmü hiçbir hukuki değer taşımayan, mantığın ve aklın kabul etmeyeceği sözde bir kanıt çabasıdır. Siyasi iktidarın TİP'i ortadan kaldırma isteğinin altında TİP'in kısa sürede kazandığı başarının rolü büyüktür.
[yazı için tıklayınız]
1 Mayıs Terörünün Hesabı Sorulacaktır (Yürüyüş, Sayı 216, [1326]): 1979'daki yasaklı 1 Mayıs'ta sokağa çıkmaktan hakkında açılan davada verdiği ifadedir: İşçi sınıfının ve tüm emekçilerin uluslararası dayanışma, birlik ve mücadele günün olan 1 Mayıs'ı kutlama törenlerinin engellenmesini protesto etmek üzere 1 Mayıs 1979 Salı sabahı saat 10.00 sularında sokağa çıktım. Bu çıkışın kendisi protesto fiilini oluşturmuyor, protestoyu dile getiriyordu. Böyle bir protestoda bulunmayı hem bir yurttaşlık görevi, hem de işçi sınıfımızın partisinin genel başkanı olarak, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini savunma yükümlülüğümün bir görevi saydım... Başbakan, sıkıyönetimin demokrasiyi, "özgürlükçü hukuk devletini" korumak için getirildiğini tekrar tekrar belirtmiştir... Buna rağmen 1 Mayıs'ın İstanbul'da kutlanmasına izin verilmemiş ise, bunun nedenini "olay çıkabilir" gibi sözde gerekçelerin ötesinde aramak gerekir. Emperyalizm ile iş ortaklığı yapan büyük sermaye sınıfı ve gerici, tutucu çevreler işçi sınıfının gücünden ve bu gücün bir göstergesi olan 1 Mayıs kutlamalarından tedirgindirler; işçi sınıfına kendilerince "haddini bildirmek" demokratik hak ve özgürlüklerini kısıtlamak isteğindedirler. İstanbul'da konan 1 Mayıs yasakları bu isteğe hizmet etmiştir, işçi, emekçi kitlelerin hak ve özgürlüklerine baskının, saldırının bir anlatımı olmuştur. Bu açıdan da söz konusu yasakları protesto etmek işçi, emekçi halkımıza karşı bir demokrasi görevi olmuştur. Bu düşünce ve gerekçelerle 1 Mayıs 1979 günü sabahı sokağa çıktım. Bir süre sonra polisler geldi, önce "eller yukarı!", sonra "çök!", daha sonra da "yat!" diye bağırdılar. Dedikleri itirazsız yapıldı. Polisler cop ve tekmeler ile yerde yatanları dövmeye başladılar, bir yandan da ateş açtılar. Askerler ve komutanları yüzbaşı polislere hiçbir müdahale etmediler.
[yazı için tıklayınız]
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde Savunma (Çark Başak, Sayı 75-76, [1328]): 14 Ekim 1979 Seçimlerinde radyo ve televizyonda yaptığı konuşmada hakkında komünizm propagandasından dava açıldı. Savunmasında: İddianame her şeyden önce Anayasa'mızın tanıdığı hak ve özgürlükleri ortadan kaldırıcı mahiyettedir... Konuşmalarımın tümü ise yukarıda belirttiğim gibi seçim konuşmalarıdır. Bu konuşmalarda sosyalist bir parti olarak seçmenden oy istemekteyiz. Bu nedenle de konuşmalarda Türkiye'nin somut durumuyla diğer partilerin halkı aldatma yöntemleri açıklanmıştır. Hukuk prensiplerine açıkça ters düşen iddianame, aynı zamanda, Türkiye'yi bugünkü çıkmaz duruma düşürenlerin sürekli iktidarda bulunmuş olan burjuva partileri olduğu gerçeğinin açıklanmasını ve eleştirisini de önlemeye çalışmaktadır. Yine iddianame, burjuva partilerinin yaptıkları demagojinin de açığa çıkartılmasını önleme çabasındadır. İddianame şahsımda çok partili siyasi hayatımızda, işçi sınıfı partilerini ve onların dünya görüşlerini mahkûm etmeye kalkışmaktadır. Yargılama sonunda 1981'de 8 yıl ve 9 ay ağır hapis cezası aldı.
[yazı için tıklayınız]
(, , []): 5 – 1980 DÖNEMİ YAZILARI
[yazı için tıklayınız]
Solun Bölünmüşlüğü ve Birliği (Yürüyüş, Sayı 1, [1333]): Birlik denince söz konusu olan işçi sınıfı hareketinin birliğidir, sol'daki bölünmelerin, grupların değil. İşçi sınıfının bölünmüşlüğü ile sol'un bölünmüşlüğü; belirli durumlarda birbirine ilişkin olabilmekle beraber, aynı şey değildir. Örneğin bugün işçi sınıfımızın sendikal hareketi bölünmüştür. Bu bölünmede politik anlayış ve çizgi ayırımları görülse de soldaki bölünmeler içine girmez. Buna karşılık, sol'daki ideolojik ve politik bölünmeler işçi sınıfımızın bölünmesi değildir, çünkü işçi sınıfı içinde yer almıyor... İşçi sınıfı partisi birleşmiş tek bir parça olarak kurulur. Ama emperyalizme ve faşizme, tüm tutucu ve geriletici güçlere karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde başka yurtsever ve demokratik güçler, akımlar ve örgütlerle somut hedeflere yönelik somut eylemler birliğini sağlamak amaçtır ve buna çalışmak ihmal edilemez görevdir. Bu görev başarılırsa, giderek, hem halk kitlelerini, hem sol'un çeşitli saflarında olanları –kitlesini– bu mücadele ve eylem süreci içinde daha üst düzeyde bilinçlendirip sosyalist çizgide birleşmeye doğru götürmek olanaklı olabilir.
[yazı için tıklayınız]
Sağın Bölünmüşlüğü ve Birliği (Yürüyüş, Sayı 2, [1335]): CHP'nin sol'a AP'nin de sağ'a duvar çekmesi ve bu iki duvar arasında "iki büyük parti"nin ülkeyi nöbetleşe yönetmesi umut ve hayali de (Ortanın Solu kitabında Ecevit'in önerisi budur) bir daha diriltmemek üzere iflas etmiştir. Batı'nın çok partili parlamenter rejimleri niteliğinde ve kapsamında bir demokrasiyi hiçbir zaman benimsememiş olan Türkiye burjuvazisi, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri sol'a karşı kalın bir duvar çekme çabasındadır. Burjuvazi, kendi güçsüzlüğünün ve ülkenin sol'a, sosyalizme kayma potansiyelinin her zaman bilincinde, en azından sezisinde olmuştur. Sol'a set çeken duvarda, 1961 sonrasında yarığı kapatıp çatlağı yapıştırmak uğraşları yoğunlaşmış ve sertleşmiştir. Burjuvazi bu işi, eski tek parti rejimine dönmeden, çok partili parlamenter bir görünüm içinde başarmak istiyor. Ama sıkışırsa açık askeri bir diktatörlüğe de baş vurmayı deneyebilir... Burjuvazi ülkeyi yönetmede ekonomik ve politik acze düşmüştür.
[yazı için tıklayınız]
CHP Nedir, Ne Değildir? (Yürüyüş, Sayı 2, [1338]): Yedi aylık CHP iktidarında gördük ki, CHP, savunuculuğunu yaptığı emekçi halk kitlelerine değil, toplumdaki egemen güçlerin kimi odaklarına veya bir kesimine dayanma eğilimindedir. Oysa halk kitlelerine dayanıp onları politik seferberliğe sokmadan CHP, veya herhangi bir iktidar, demokratikleşme sürecini ileriye götüremez. CHP, sınıfsal niteliği gereği, böyle bir seferberliği başaracak parti değildir... Seçimlerde CHP emekçi kitlelerden ve işçi sınıfının bir bölümünden oy alacaktır; çoğunluğu sağlayıp iktidara da gelebilir. Ama CHP emekçi kitlelerin partisi olamayacaktır; istese de olamayacaktır. Burjuvazinin almaşık partisi ve iktidar biçimi olmaya adaydır, tüm sosyal demokrat partiler gibi. Bir sosyal demokrat denemeyle oyalanmaya Türkiye ekonomisinin takati, burjuvazinin de niyeti yok... CHP'nin ortanın solu konumuna gelmesi de zaten sosyalist hareketin gelişmesinin etkisiyle olmuştur. Sol'un güçlenmesi CHP'ye değil, toplum yapısındaki gelişmelere ve sosyalistlerin bunları doğru değerlendirip doğru eylem yürütmelerine bağlıdır... Onun için, yalnız sosyalizm değil, demokrasi, konusunda da "Umudumuz İşçi Sınıfı"dır... İşçi sınıfı kendi etkin politik örgütlenmesiyle ülkenin politik yelpazesinde açıkça yerini almalı, gücünü göstermelidir.
[yazı için tıklayınız]
1 Mayıs, Yolumuz Açık Olsun (Yolumuz Açık Olsun Broşürü, Ağustos 1975, [1341]): Parti'nin kuruluşu ve İşçi Bayramı dolayısıyla yapılan basın açıklamasıdır.
[yazı için tıklayınız]
Tüm Baskılara Karşın Politik Bilinçlenme İleridir (Yürüyüş, Sayı 4, [1342]): Sol kanatta 1971 öncesinden beri bölünmeler vardır ve şimdi bunlar partileşiyor. Bunlardan hangisi işçi sınıfının sosyalist partisidir, veya olacaktır, sorusunu sınıfsal gerçekliğin kendisi yanıtlayacaktır… işçi sınıfının gücüne ve sosyalist konumda onu layıkıyla temsil edebilecek, güçlü bir parti ne yazık ki bugün bile oluşabilmiş değildir. Üstelik bu güçsüzlük ve marjinallik sadece bölünmeye de bağlı değildir. çünkü küçük oluşumlardan her biri de marjinal ve güçsüzdür. Hepsi bir araya geldiğinde bile marjinal olmaktan henüz kurtulunamadığı görülmektedir. Günün ivedi sorununun politik demokratikleşmeyi gerçekleştirmek, bu yolda demokrasi ve emek güçlerinin iktidarı zorlamasıdır.
[yazı için tıklayınız]
İktidarın Tertipleri Boşa Çıkarılmalıdır (Yolumuz Açık Olsun Broşürü, 14 Mayıs 1975, [1347]): Bir akıl hastasının Demirel'i yumrukladığında Sivas ve Ankara'da birçok genç yaralandı. Kınanacak ve üzülünecek olan Türkiye'nin içine sokulduğu durumdur. İlerici ve demokratik güçlerin her zamankinden daha dikkatli ve uyanık olma zorundadır ve provokasyonlara düşmemeleri gerekir.
[yazı için tıklayınız]
Anayasa Bayramı (Yolumuz Açık Olsun Broşürü, 27 Mayıs 1975, [1348]): Basın açıklamasında, 27 Mayıs Hareketi'nin bir devrim değilse de önemli sosyo-politik sonuçlar doğuran toplumu ilerletici bir etken olduğunu belirtir.
[yazı için tıklayınız]
Teknik Elemanlar ve Demokrasi Mücadelesi (Yolumuz Açık Olsun Broşürü, 7 Haziran 1975, [1349]): Teknik Elemanlar Kurultayı'nda yapılan konuşmadır.
[yazı için tıklayınız]
|< 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 >|    Liste